25 Ocak 2012

Bumerang Etkisi

Geleneksel batı tıbbı hastalık teorileri üzerine organize olur. Yani onlara göre bir insanın hasta olma sebebi, o hastalığın kendisidir. Bu modele göre de her hastalık bağımsız ve kendi başına buyruk bir şekilde varolur. Onlara göre hastalığa yakalanan insanın yada çevrenin bir önemi yoktur. Odaklanılması gereken sadece hastalık vardır. Dolayısıyla hasta değil hastalık tedavi edilir. Üretilen ilaçların çoğu da hiperkatif duruma geçen hücrelere kılıf giydirerek, onları fonksiyonlarını yerine getiremez hale getirip pasifize etmeyi amaçlar. Bu ilaçların yan etkileri çok fazladır. Hatta ölümcül sonuçları olanlar bile bulunur. Harward tarafıdan yapılan bir araştırmaya göre her yıl hastanede doktorları yüzünden 180bin Amerikalı hayatını kaybediyor. Bunların çoğu doktorların hastadan çok hastalığa odaklanıp ona göre ilaç yazmasından kaynaklanıyor.



Alternatif tıp denen doğu tıbbına gelince... Burda bir dur demek istiyorum. Bir tarafta 5000 senelik geçmişi olan, kanıtlanmış ve denenmiş, ve hala da başarıyla uygulanmakta olan, örnekleri belgelenmiş tedavi yöntemi var. Bir tarafta da 100, en fazla 150 yıllık geçmişi olan batı tıbbı var. Ama haritanın sağında kalan kısma alternatif deniliyor. Ben buna çok gülüyorum. Yazıya yine batının anlayacağı dilden devam edeyim. Alternatif denen doğu tıbbı, batının "bir ölçü tüm bedenlere uyar" mantığının tersine hareket eder. Alternatif tedavi yöntemi, onları batı tıbbından ayıran karakteristik bir özelliğe sahiptir. Hastalığa kişinin kendi hayatında yaşadığı şahsına münasır dinamik bir olay, denge ve ilişki problemi, hasta ile çevresi arasındaki uyumsuzluk olarak yaklaşır. Hastalığı anlamaya yönelik bu yaklaşıma biyografik yaklaşım denir.



Hastalığa biyografik açıdan baktığımızda, "hastalık" kendi başına hiç bir bağımsız gerçekliğe sahip değildir. Şifa verenin görevi, hastalığı teşhis edip hastalığın mevcudiyetine mudehale etmek değil, her bir özel durumda hasta ile çevresi arasında uyumsuzluğu belirlemek ve böylece bunları düzeltebilmektir. Bu uyumsuzluklar her kültürde değişik şekilde tanımlanabilir. Buna kimisi mucize der, kimisi doğadan yada evrenden gelen bir şifa der. Ancak ne denirse densin odaklanılan hastalık değil, her zaman hastanın kendisi ve hastalığa neden olan etkenlerdir.



Entegre tıp ise hastalığa biyografik açıdan yaklaşır ve aynı zamanda da modern bilime ait devasal veri tabanını kullanır ve bu şekilde çok çeşitlilik gösteren kişiye özgü bu uyumsuzlukları tanımlama imkanı tanır.

Bu uyumsuzluklar daha çok beslenmeyle, çevreyle ve sosyal durumla alakalıdır. Kanserin genetik olduğunu batı tıbbı bas bas bağarsa da, genetik olan hastalıklar değil davranış biçimleridir. Örneğin kanser olan ikizlerden birini daha uygun bir ortamda büyütürseniz, diğerine göre yaşama şansının artacağını ve iyileşeceğini gözlemlersiniz. Dolayısıyla çocukların biyolojik ailesi değil, beraber büyüdüğü ailesi etken olandır. Entegre tıp sağlığınızı geliştirmek için 4 şeyi geliştirmenizi ister: kişisel ilişkiler, beslenme, çevre ve doğuştan gelen kendi kendinize şifa verme ve iyileştirme mekanizmanız.



Batı tıbbına göre sağlık demek ağrılardan, belirtilerden ve fiziksel yada zihinsel rahatsızlıklardan kurtulmak demektir. Doğu tıbbına göre ise sağlık beden, zihin ve ruh arasında tam  bir uyum sağlamaktır. Batı tıbbında sağlıksız olmak, bir neden ve belirtiden dolayı bedensel yapıda oluşan bir kusurdur. Doğu tıbbına göre ise bu vücudumuzda dolaşan doğal enerjinin (çi) dengesini kaybetmesidir. Batı tıbbına göre belirtiler hastalığın işaretidir ve hemen yok edilmesi gerekir. Doğu tıbbına göre ise belirtiler hastalığı iyileştirmek için vücudun gösterdiği çabadır. Batıya göre hastalığın nedeni vücuda dışardan etki eden hastalıklı bir şeydir. Doğuya göre Çi enerjisini uyumsuz hale getiren her hangi bir harekettir. Batı tıbbı sağlıklı yaşamayı empoze etmekten çok tedavi etmeye odaklanır. Doğuya göre kişinin görevi hastalığı önlemek için sağlıklı ve uyum içinde bir yaşam sürmektir. Batıda doktorlar araba tamircisi gibi çalışır. Gelen hastaya mekanik, bozulmuş, yolda kalmış bir araç gibi yaklaşır. Doğuda doktorun görevi hasta olduklarında onları iyileştirmek yerine onlara yol gösterip sağlıklı kalmaları için asistanlık etmektir. Batıda tedavinin amacı belirtileri ilaçla yok etmek yada ameliyat etmektir. Doğuda ise her şekilde yaşamsal değişiklileri dengeye sokmaktır.  Batı tıbbının yegane gücü yapısal travmalara ve kusurlara,  ve hayati tehlikeleri olan hasatlıklara karşı ilaç ve ameliyatlarla müdahele etmektir. Doğu tıbbının en güçlü özelliği ise kronik denen hastalıkları önlemeye ve anlamaya çalışmak, yaşam tarzını düzenlemek, beden ve zihin dengesini sağlamak ve korumaktır.



Lafı gelmişken "kronik" lafına değinmeden edemeyeceğim. Bu insan icadı bir terimdir. Batıda kronik hastalık demek, hastaya "sen hicbir zaman iyilesemeyeceksin ve ömür boyu verdiğim ilaçlara mahkumsun" demektir. Hastanın iyileşme gibi bir ümidi yoktur, hastalığını kabul eder ve onunla yaşar, onu hep içinde var eder. Bu yüzden hasta olan kişi yaşam standartlarını iyileştirme yoluna da gitmez. İlaçlara teslim olmuş durumda yaşamını sürdürür. Batı tıbbının ve tabiri caizse ilaç mafyasının da kurduğu düzen budur. Bir hastayı 1 ayda iyileştirmek, yada belli bir sürede tamemen iyileştirmek işlerine gelmez. Bunun yerine batı pazarlama taktiği olan "müşteri sadakati"ni yaratıp, onları ilaca bağımlı kılıp sürekli getirisi olan bir gelir kapısı yaratmak en mantıklısıdır.



Nasıl olsa ilaç alıyorum deyip kimse beslenmesine dikkat etmiyor, ruh sağlığın

ı korumuyor, egzersizini yapmıyor, yaşam kalitesini artırmıyor. Örneğin, nasıl olsa hap alıyorum diyen kalp hastası, yağlı yemekler yemeye ve sigara içmeye devam ediyor. Yada iğneye güvenen şeker hastası, baklavaları ve rakıyı götürmeye devam ediyor. Buna "bumerang" etkisi deniyor.



Yaşlı insanların çantalarından çıkardıklarına, yada evlerine gittiğimde mutfak masalarına bakar oldum. Hepsinde de her gün kullanacağı ilaçları düzenli korumaları için özel tasarlanmış bölmeli kartvizitlik gibi ufak kutucuklar var. Bir de bunu şirin tasarlamışlar sormayın. Bir ilacın vakti geçecek diye ödleri kopuyor. Sanki içmezlerse biri onları cezalandıracakmış gibi vaktini hiç kaçırmıyorlar. Yine çok sevdiğim bir abimiz var, şeker ve kalp hastası. Rakısını, pastırmasını, baklavasını sofrasından esirgemez. Ama bunları yemeden önce iğnesini olmayı ihmal etmez, o yüzden de herşeyi yiyebilir. İğne koruyucu güç kalkanı gibi birşey onun için.



Ancak acı olan bir şey var ki, ne kadar doğu tıbbı ve geleneksel Çin tıbbı batıda yaygınlaşmaya başladıysa, bir o kadar Çin'de de batı tıbbı yaygınlaşmaya başladı. Çünkü Amerikanın soğuk savaş ile teknolojiyi Rusyaya sokmasıyla, nasıl koskoca Rusya gençliği dejenere olmaya başladıysa, heryerde McDonaldslar hamburgerler kolalar yer almaya başladıysa, Çindeki açılımlarla da aynı şekilde Çin gençliği batıya özenti duymaya başladı. Kendi uyguladığı geleneksel Çin tıbbı diyet yapmayı, 100 gün belli hareketleri yapmayı gerektirirken, tembelliğe özenti olan Çinliler de bir hapla iyileşip istediğini yemeye devam etmeyi tercih eder oldular. Çinde eğitim aldığım ve bir süre evinde kaldığım ustam ilkokula giden çocuğunu gösterip bana şöyle dedi. "Onun iyi eğitim alması icin yabancı dille eğitim veren okula yazdırdım. Şimdi artık çocuğumu tanıyamıyorum. O artık bir Çinli değil".



Mesela safra kesesinde taş olan birkaç kisiye yardım ettim ve iyileştiler. Ama pek çoğu da bu yardımı reddetti. Çünkü 10 günlük bir diyet, akşamları uygulanması gereken takviyeler ve belli hareketler içeriyordu. 10 günlerini buna ayırmaya üşenip, yediklerinden fedakarlık edemedikleri için (belki de tipime bakanda yeteri kadar güven uyandıramadığım için) ameliyat masasına yattılar ve safra keselerini aldırdılar. Onlara kızamam, herkes seçimlerinde özgürdür. O yüzden şifayı sadece onu talep edene vermek gerekir. Israrcı da olmamak gerekiyor. Şifa verme yetisi size "Şindlerin Listesi" sorumluluğunu yüklemesin. Hayat denge üzerine kurulu unutmayın.



Başta insanların sebepsiz yere ameliyat masasına yatmalarına çok içerlemiştim. "Safra kesesi ameliyatı olana bademcik ameliyatı bedava", "bademcik ameliyatı olanın bir yakınını da aynı anda ameliyata bedava alıyoruz" gibi kampanyalar veren hastaneler birer ticarethaneye dönüşmüş durumda. "Nasıl olsa sigorta ödüyor, tasalancak bir şeyiniz yok" deyip insanları gereksiz yere ameliyat eden bir dolu yemin etmiş doktor ve hastane var. Ama bunu kabul eden insanlar dediğim gibi seçimlerinde özgür olan insanlar, hatta alternatifi sunulmasına ragmen. Bu yüzden kendimi bazen doğada belgesel çeken kameramanlar gibi hissetmeye başladım. Onlara da önceleri kızardım. Yok doğanın dengesini bozmamak için karışmıyorlarmış falan filan diye. Sonra baktım herkes aslında bi kameraman hayatta. Yardım edebildiğine edebiliyorsun ama seyirci kaldığın ve kabüllenmek durumunda kaldığın durumlar da oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder