25 Ocak 2012

Su iç, çok yaşa!

Çin'de evlerine misafir olduğum ailelerin sofralarında hiç su görmedim diyebilirim. Bu insanlar bu kadar sağlıklarına özen gösteriyorken nasıl su içmezler diye düşünmüştüm. Halbuki içiyorlarmış meğerse, hem de çok!.. Sadece suyu da içilmesi gerektiği gibi içiyorlarmış o kadar.








Kendimizi kandırmayalım. Bizler su içmiyoruz. Günlük içtiğimiz o kadar çok şey var ki: çay, kola, ayran, meyve suyu, kahve... Bunların hiçbiri ama hiçbiri suyun yerini tutmuyor ve vücudun su ihtiyacını karşılamıyor. Aksine vücutu daha da susuz bırakıyor. Evet bunların içinde de su var, ama kafein gibi su tutan maddeler içerirler. Bu maddeler içinde çözündükleri suyun vücut tarafından alınmasına engel oldukları gibi vücut depolarından da ekstra su alırlar. Vücut içtiğinden daha fazla su kaybetmeye başlar. İnsanların su yerine bu içecekler içmeyi sürdürmelerinin nedenlerinden biri yüksek endorfin değerine olan bağımlılıklarıdır. Kahveye olan bağımlılık bundan dolayıdır. Susadığımız zaman su yerine hemen kola, gazoz yada başka bir şeye yöneliriz. Ne de olsa su tatsız tussuz birşey. Asitli olmadığı için boğazdan geçerken öylesine tatmin edici bir özelliği yok. Reklamlarda bile "aç bir gazoz susuzluğunu gider" diyerek halkı yanıltırlar. Herkesin sevdiği bu pazarlama içecekleri vücudun kimyasal yapısını ve merkezi sinir sisteminin kontrol mekanizmasını yıpratır. Süt bile suyun yerini tutamaz. Çünkü o bir besindir ve besin olarak alınmalıdır. Kaldı ki, Çinliler süt için "süt sadece bebekler içindir" der ve bundan da kastettiği aslında sadece anne sütüdür.








Kafein hem kahvede, hem gazlı içeceklerde, hem de çok tükettiğimiz siyah çayda mevcuttur. İdrar miktarını artırır ve içtiğiniz sıvı miktarından daha çoğunu kaybetmenize neden olur. Melatonin bizi uykuya götüren sağlıklı bir salgıdır. Vücuda "hadi artık yatma vaktin geldi" der. Kafein bunun üretilmesini engeller. Her ne kadar uyarıcı etkisine kansak da, aslında kafein öğrenme ve bellek gelişiminde önemli rol oynayan fosfodiesteraz adlı enzimin çalışmasını engeller. Çok kahve içenlerin en fazla hafıza sorunu yaşayanlar olduğuna dikkat edin. Ben bilişim dünyasından geldiğim için (yazılımcıların kahveyle ayık kalması) buna çok fazla şahit oldum diyebilirim.  Yaşlılar, çocuklar,  hamileler kafeinden uzak durmalıdırlar. Hamilelerde düşük tehlikesine bile neden olabilir. Günde 5-6 fincan kahve içenlerin kalp krizi riski çok fazladır. İçecekte var olan kafein, böbreklere giren miktardan daha fazlasının  vücuttan atılmasına neden olur. Bu da beyin hücrelerinin enerji depolarının tüketilmesine yol açar.



Yapay tatlandırıcı kullanılan içecekler şeker lezzetinde oluğu için beyni kandırır. Vücuda enerji girdi sanar. Beyin tüketilmek üzere bol şeker girdi alarmına geçer ve yanlış bir hesaplamayla karaciğere şeker depolaması emrini verir. Vücuda girdiği sanılan şeker ihbarı asılsız çıkıp da hiçir yerde şekere rastlanmayınca da, beyin ve karaciğer  bu enerji açığını kapatmak üzere açlık hissini ortaya çıkarır. Bu da çok rastlanan kilo sorunlarını ve obeziteyi doğurur. Aspartam ise beyin tümörü riskini atrıran en tehlikeli maddelerden biridir. Kafeinsiz kola, kafeinsiz kahve vb reklamlara kanmamanızı şiddetle tavsiye ederim.



Alkole gelince. Bilirsiniz bira içenler bir iki tuvalete koşarlar. Alkol idrar miktarını artırır ve dehidrasyona neden olur. Alkol beyin hücrelerini susuz bırakır. Karaciğere zarar vermesi, iktidarsızlığa yol açması, bağışıklık sistemini çökertmesi, kanser riskini artırması gibi alkolün zararlarını bir yana bırakacak olsak bile yarattığı susuzluk hissi endorfin salgısını artırır ve bu da ona karşı olan bağımlılığı ortaya çıkarır. Alkol ağrı merkezlerini ve beynin diğer tüm işlevlerini engeller. Filmlerde yaralılara alkol içirilmesinden hatırlarsınız. Beynin engeleyici merkezleri etkilenince bazı insanlar diğer insanlar önünde kendi kaybedebilir, taşkınlıklar yada duygusal patlamalar yaşayabilir. Alkol depresyona neden olur.



Meyve suları suyun yerini tutsun diye içilirse, çok fazla tüketilen meyve suyu histamin üretimini artırır ve astıma neden olabilir. Astım hastalarının asıl sorunu aslında susuzluktur. İçindeki doğal şeker bile karaciğerin yağ depolamasına neden olur.  Mide ekşimesi, eklem ağrıları, bel sorunları, migren, kolit ağrısı, vb pek çok rahatsızlık vücudun susuz kaldığına işarettir. Çok uzun süreli susuzluk ise kansere bile yol açabilir. Bazı insanlar tanıyorum, hiç ama hiç su içmezler. Kahvaltıda meyve suyu ve çay, gün içine sürekli kahve, yemeklerde kola, gazoz yada ayran içerek günü bitirirler. Bunların su içtiği tek zaman sıcak yaz günleridir. O yüzden güneşe teşekkür borçluyuz.



Susuz kalan vücut bunun sinyalini vermeye başlar. Buna rağmen buna  kulak verilmezse bu sefer her nekadar susuzluğa karşı dayanıklı olduğunu sansa da vücut kendi rezervlerinden su kullanmaya başlar ve ihtiyacı olan bölgelere su gönderir. Vücut yağ depolayıp proetin ve nişasta rezervlerini kullanmaya başlar. Çünkü bunları parçalamak yağları parçalamaktan daha kolaydır. Susuzluk artmaya devam edince de sistemin bir yada birkaçı çökme noktasına gelir ve bu çoğunlukla aniden olur. Su eksikliğinden kaynaklanan bu durum doktorlar tarafından bir hastalığın başlangıcı sanılıp ilaçla tedavi edilmeye çalışılır. 



Susuz varolabilen tek bir canlı yoktur. Bize yaşam gücü verir. DNA'ların onarımı için çalışır. Bağışıklık sisteminin merkezi olan kemik iliğini güçlendirerek kanser de dahil olmak üzere pek çok hastalığa karşı direnç sağlar. Besinlere enerji verir. Suyu olmayan kuru bir besinin vücuda hiç bir katkısı yoktur. Emilimini artırarak besinlerin rahat sindirilmesini sağlar. Hücreye oksijen verir. Atık gazları atılmaları için akciğere taşır. Zehirli atıkları da toplayarak böbreklere ve karaciğere getirir. Eklemlerdeki kayganlaştırıcı maddedir. Artirit, sırt vb ağrıların temel sebebi su eksikliğidir. Bağırsakları çalıştıran en önemli maddedir. Kalp krizine karşı koruyucudur. Damarlardaki pıhtılaşmayı önler.  Vücüdun ısıtma ve soğutma sistemi için gereklidir. Vücuttaki elektiriği taşıyan odur, bu yüzden beyin fonksiyonları ve zeka için, hafıza ve dikkat çin çok gereklidir. Stres ve depresyonu hafifletmeye yarar. Migren ve baş ağrısı için birebirdir. Cildi temizler ve yumuşatır. Gözlere parlaklık veren odur. Kilo vermeye yardımcı olur. Düzenli ve yeteri kadar su içen biri, acımasız bir diyet uygulamaya gerek kalmadan zayıflar. Kafein, alkol ve bazı ilaçlara karşı duyulan bağımlılık hissinden kurtarır.  



Vücudun çeşitli yollarla kaybettiği su ve tuzu telafi edebilmek için her gün en az 2 litre su ve yarım tatlı kaşığı tuza ihtiyacı vardır. Kilosu fazla olanlar her bir kilo için 30 mililitre su tüketmelidir. Acıktığınız her an yemek yemek sizin için zararlı olabilir ama susadığınız her an su içmek durumundasınız, tavsiye edilmese de yemek ortasında bile. Altı veya sekiz saatlik bir uykudan sonra kaybedilen ve ihtiyaç duyulan suyu telafi etmek için, kalkar kalkmaz 2 bardak su içmek hem su ihtiyacını karşılar hem de sindirim için faydalı bir güne başlangıç yapar.



Tuz



Tuz ihtiyacını karşılamadan alınan aşırı miktardaki su ise zararlı olabilir. Örneğin sporcular, antrenman esnasında çok fazla su ve tuz kaybeder ama sadece kana kana içerek su ihtiyacını karşılar. Tuz, astım ve alerjisi olanlar başta olmak üzere bütün canlılar için gerekli bir besindir. Eskiden o kadar değerliymiş ki, otacılar tarafından ağırlınca altınla takas edilirmiş. Tuz yıllarca bilgisiz doktorlar ve medya tarafından bilip bilmeden kötülenip durdu. İyotlu iyotsuz, şusu alınmış busu konulmuş tuzlar piyasada dolaştı durdu. Tuzlar hücre içi sıvı dengesini sağlar. Zehirli atık maddeleri temizler ve hücrelerden atılmasını sağlar. Tuz suyun bir kısmını da hücre dışında tutarak hücre dışı su miktarını dengeler. Böylece hem içerde hem dışarda denge sağlanmış olur. Tercih edilmesi gerek en doğru tuz rafine edilmemiş deniz tuzudur. Tuz vücutta stresi azaltan bir maddedir. Bir iki bardak su içtikten sonra dilinizin üzerine tuz koyun. Sizi zehirlemeden solunumunuzu kolaylaştırır. Astım hastlaarı bu şekilde tedavi edilir. Böbreklerdeki asiti temizleyen ve idrar yoluyla bunu atan yine tuzdur. Oksijen kanser hücrelerini öldürür, çünkü kanser hücreleri oksijensiz ortamda yetişir. Yeterince su alırsak, tuz kan hacmini artırır ve her yere yeteri kadar ulaşmasını sağlar. Dolayısıyla daha fazla oksijen alan hücreler kanserden de temizlenmeye başlar. Tuz kan basıncını yükseltmez, aksine suyla birlikte tansiyonu düzenler. Tuz almadan su içerseniz, su damarları dolduracak kadar dolaşımda kalmaz. Bu bazen bilinç kaybına yol açabilir. Bir iki bardak suyun ardından dile konan tuz çarpıntıyı giderir ve kan basıncını düşürür.



Şeker hastaları için de çok önemlidir. Kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur ve insüline olan ihtiaycı azaltır. İletkenliği artırmak için okullarda deney yaparken tuz kullanıldığını biliriz. Vücutta da tuz, sinirlerin iletişim gücünü artırır. Besinlerin bağırsaklardan emilimi için gereklidir. Geçmek bilmeyen kuru öksürüğü olanlar dil üzerine konan tuz ile bundan kurtulabilir.  Tuz, kas kramplarını tedavi eder. Ağızda aşırı tükürük salgısı tuz eksikliğine işarettir. Kemiklerin sağlamlığı için de tuz gereklidir.



Marketlerde satılan sofra tuzlarına toz halinde kalabilmeleri için alümünyum silikat katılır ve yararlı pek çok mineralden mahrum bırakılır. Alüminyum sinir sistemi için tehlikeli bir toksik maddedir. Bu yüzden rafine edilmemiş deniz tuzu yada Himalaya tuzu kullanmak daha faydalıdır.



Sporcular spordan önce tuz alarak akciğer kapasitelerini artırabilir. Aşırı terlemeye de engel olmuş olurlar. Meyve sularına hafif tuz eklemek faydalıdır. Zira potasyumun fazlası zararlıdır. Tuz iç ve dış hücre sıvı dengesini düzenler ve sodyum ve potasyum alımını dengeler.



Dikkat edilmesi gereken suyu da tuzu da kararında tüketmektir. Fazla alınan tuz kiloya sebep olabilir. İnsan yaşlandıkça mide daha az asit üretmeye başlar ve et gibi ürünleri sindirmede zorluk çekilir. Yemekte yenilen turşu, yada sirkeli ekşi salata ile eskilerimiz buna nispeten çare bulmuşlar.  Sindirim güçlüğü çekenler sofralarından limon, sirke ve turşuyu eksik etmesinler.



Tuz vücutta iletken vazifesi görür. Vücudunuzda tuz miktarı az ise tansiyon problemi yaşarsınız. Yüksek tansiyonda ise tuz fazlası vardır ve tuzun içindeki cam yapı damarları tahrip etme konusunda tehlike arz eder. İç kanamayı önlemek amacıyla damarların etrafını kolestrol sarar. Yüksek tansiyon sonucu kolestrol damarları sardığı için damarlar daralır ve kan akışı anormalleşir. Ve sanılanın aksine yüksek kolestrolden değil de kolestrol azlığından ölümler yaşanır. Çünkü yeteri kadar damarları saramamış demektir. Normal bir insanın en az 250 kolestrol seviyesinde olması beklenir.



Nasıl Su İçmeliyiz?



Çinliler “Suyu yer gibi için” der. Yani bizim kana kana su içmenin tam aksi. Suyu yada sıvı içecekleri ağızda bir miktar bekletip öyle yutmak daha sağlıklıdır. Üstelik tükürük bezleri ile kana daha çabuk karışacağı için daha da çok fayda sağlar. Acıktığınız zaman buna dur diyebiirsiniz, hatta dur demelisiniz de, ama susadığınız her an su içmek durumundasınız. Yemeklerde su içilmemesi tavsiye edilir, bu doğrudur. Ama yemek esnasında bile susarsanız buyrun için. Su küçüğün söz büyüğün.



Susamak dışında kaidelere uyacak olursak eğer, suyu yemeklerden yarım saat kadar önce

içmekte fayda var. Yemek esnasında herhangi bir sıvı alınmamalı ve yemekten sonra 1 saat kadar beklenmelidir. Yemek esnasında alınan su midenin asit baz dengesini şaşırtacağı için sindirim problemine neden olablir. Sabah kalkar kalkmaz içiilen 1 bardak ılık su güne iyi başlamanızı sağlar. Organları uyandırır, sindirimi kolaylaştırır. Yatmadan önce içilecek 1 bardak su ise rahat uyumanızı sağlar, uyku esnasında yaşanacak kalp krizi riskini önler.




Vücudumuzda dolaşan Çi’nin soğukla pek arası yoktur. O yüzden hem besinleri hem de sıvıları

soğuk tüketmekten kaçının. Sıvıları oda sıcaklığında tüketmeye özen gösterin. Her susadığınızda

beklemeden su için dedik ama su içmek için illa da susamayı beklemeyin. Zira susamadığına inanıp ve bunu maharet sanıp hiç su içmeden yaşayan insanlar tanıyorum.




Suyu oturarak için! Zira ayakta içilen su, mide yerine doğrudan bağırsaklara gider.



Yanınıza çalışırken, kitap okurken, birşeyler seyrederken bir miktar su koyun ve onu belli aralıklarda içerek bitirmeyi hedefleyin. Bir süre sonra su içme alışkanlığınız oturacak ve su içmeyi ister hale geleceksiniz. Hatta sağlığınız, görüntünüz, enerjiniz değişeceği için bunu daha bir mutlulukla yapacaksınız. Unutmayın, günde tüketmeniz gereken minimum su miktarı 2 litre. Kimisi buna 8 bardak der. Bardak boyutları birbirine karışır. Hasta iken tüketmeniz gereken su miktarı daha da fazladır. Bunu 3 litreye kadar çıkarabilirsiniz. Çünkü hastalıklar doğrudan vücuttaki su kaybından olmasa bile, vücutta su kaybına yol açar. Çok terlersiniz yada çok tuvalete gidersiniz.



“Terli terli su içme der” büyüklerimiz. Terlemek vücuttaki su kaybına işarettir ve vücut bas bas “su istiyorum!” diye bağırır ve su içmek gerekir. Ancak vücut ısındığı için soğuk içmek sakıncalıdır. Bu hem organlarımıza hem de damarlarımıza zarar verebilir. Ve elbette bizi hasta edebilir. Terliyken su için, hem de bol bol ama yavaş yavaş, ve fakat soğuk su değil. Su içerken anneannem “otur da insan gibi iç” derdi . Besinleri de, sıvıları da tüketirken oturarak yemek içmek daha sağlıklıdır.



Peki ya sıcak su? Suyun kaynar olanı da sakıncalıdır. Sıcağa yakın ılıklıktaki su yudum yudum içilirse çok faydalıdır. Özellikle sabahları aç karnına içine biraz da limon konularak içilen su, mideyi rahatlatır, sindirimi kolaylaştırır, vücut ısısını dengeler. Çocukların içtiği paşa çayı kıvamındaki sıcaklık en idealidir. Çin’de çay ikram edecekleri zaman “sıcak su mu, çay mı?” diye sordular. Önce “demleme çay istemiyorsan sıcak su vereyim içine kahve yada sarkıtma çay koy” gibi birşey algıladım ama gerçekten de sıcak su getirdiklerine şahit oldum. Çok soğuk havalarda, donduğumuz zamanlar da hemen çok sıcak şeyler içmek terli su içmek gibi sakıncalıdır. Zira, soğuktan büzüşen kan damarlarınızı bir anda sıcak ile genleştirmeye çalışmak tehlikeli tahribatlara yol açabilir. Çi’nin vücutta kolaylıkla dolaşabilmesi için besinleri de sıvları da ılık tüketin.




Evlerin vazgeçilmezi haline gelen su damacanalarından mümkün olduğunca uzak durun. Bunların yerini kaliteli su arıtma cihazlarının almasını sağlayın. Damacanalar ucuz gibi görünür ama kalabalık ailelerde çok fazla tüketlir. Senelik maliyetini hesaplarsanız belki de sizin için en uygun olanı su arıtma cihazı almak olacaktır. Bu cihazların bazıları sadece kireç çözer, bazıları da hem PH değerlerini hem de alkali baz değerlerini dengede tutar. Damacanalar plastikten yapılmıştır. Bunlar uzun süre depolarda stoklanır. Bekleyen su tüm özelliğini yitirdiği gibi, durduğu yerde zehirlenmeye başlar. Üstelik bir dizi işlemden geçtiği için de tamamen niteliksiz, hiç bir besin değeri olmayan bir şey haline gelir. Halbuki suyun kalsiyum gibi besin değerleri olması gerekir, özellikle de çocuklar için. Bekletilen plastik de suya karışmaya başlar. Eskiden cam şaşal şişeler vardı. Cam sağlıktır, suları camda saklamak en doğrusudur. Damacana kaçınılmaz ise en azından evde cam kapların içine doldurun, evinizde bari plastik içinde beklemesin. Geri dönüşüm elbet güzel birşey. Ama damacanaların altında gördüğünüz


geri dönüşüm işaretinde 3 veya 7 rakamı varsa bu tehlike arzeder. Vücuda iki kat daha fazla zarar veren “biesphenol A” (BPA) denen bir kimyasal maddenin yüksek olduğuna işarettir ve bu kalp, şeker ve kolestrerol için tehlikeli bir maddedir.




Ben İzmir’liyim. Eskiden belediyeler halka kaynak suyu dağıtırdı. Sonra bu sağlıklı olmadığı söylenerek kaldırıldı ve halka damacana alınması tavsiye edildi. Bu elbette damacana su satanların ceplerini doldurmaya yaradı. Halbuki en modern şehirlerden Roma’da hala halka eski usul kaliteli kaynak suyu dağıtılıyor. İş bu noktaya gelince, bu saatten sonra belediyelerin çeşmelerimizden akan suyun kalitesini artırıp içilebilir hale getirmesini beklemek abesle iştigal oluyor.



Herkes dikkat ediyorum suların PH değerlerine bakıyor. PH değeri ne kadar yüksekse o kadar

iyidir diye bir mantık türemiş. Halbuki suyun içinde varolan o kadar madde listelenirken, florürden bahseden yok. Ve bu madde sulara zorunlu olarak ekleniyor. Florür insan için zararlı bir madde. Hatta diş macunlarının evlerimizde var olan tehlikeler olduğunu söylesem benden iyice nefret edeceksiniz. (üzülmeyin florürsüz organik diş macunları yada misvaklar bulmak mümkün)


------------------------




İstanbul’da satılan 19 litrelik damacana sularının laboratuarda inceleme sonuçları ortaya inanılmaz bir tablo çıkardı.



55 tanınmış firmanın sularından sadece 14’ü temiz çıktı. 41 suda başta ‘koliform’ (dışkı yoluyla bulaşan) bakteriler olmak üzere insan sağlığına zararlı maddeler bulundu.

A haber’de Mehmet Ali Önel’in sunduğu ‘Deşifre’ programında konuşan laboratuar yetkilisi Can Demir, “Bandrollü 55 damacana, 11 ayrı laboratuara götürüldü. Burada tahlil edildi. 14’ü uygun çıktı, 41’i sağlığa zararlı” dedi.
http://www.focushaber.com/damacana-sulari-kirli-cikti-h-155944.html 




--------------------------






Su sağlıktır. Su için!

Bumerang Etkisi

Geleneksel batı tıbbı hastalık teorileri üzerine organize olur. Yani onlara göre bir insanın hasta olma sebebi, o hastalığın kendisidir. Bu modele göre de her hastalık bağımsız ve kendi başına buyruk bir şekilde varolur. Onlara göre hastalığa yakalanan insanın yada çevrenin bir önemi yoktur. Odaklanılması gereken sadece hastalık vardır. Dolayısıyla hasta değil hastalık tedavi edilir. Üretilen ilaçların çoğu da hiperkatif duruma geçen hücrelere kılıf giydirerek, onları fonksiyonlarını yerine getiremez hale getirip pasifize etmeyi amaçlar. Bu ilaçların yan etkileri çok fazladır. Hatta ölümcül sonuçları olanlar bile bulunur. Harward tarafıdan yapılan bir araştırmaya göre her yıl hastanede doktorları yüzünden 180bin Amerikalı hayatını kaybediyor. Bunların çoğu doktorların hastadan çok hastalığa odaklanıp ona göre ilaç yazmasından kaynaklanıyor.



Alternatif tıp denen doğu tıbbına gelince... Burda bir dur demek istiyorum. Bir tarafta 5000 senelik geçmişi olan, kanıtlanmış ve denenmiş, ve hala da başarıyla uygulanmakta olan, örnekleri belgelenmiş tedavi yöntemi var. Bir tarafta da 100, en fazla 150 yıllık geçmişi olan batı tıbbı var. Ama haritanın sağında kalan kısma alternatif deniliyor. Ben buna çok gülüyorum. Yazıya yine batının anlayacağı dilden devam edeyim. Alternatif denen doğu tıbbı, batının "bir ölçü tüm bedenlere uyar" mantığının tersine hareket eder. Alternatif tedavi yöntemi, onları batı tıbbından ayıran karakteristik bir özelliğe sahiptir. Hastalığa kişinin kendi hayatında yaşadığı şahsına münasır dinamik bir olay, denge ve ilişki problemi, hasta ile çevresi arasındaki uyumsuzluk olarak yaklaşır. Hastalığı anlamaya yönelik bu yaklaşıma biyografik yaklaşım denir.



Hastalığa biyografik açıdan baktığımızda, "hastalık" kendi başına hiç bir bağımsız gerçekliğe sahip değildir. Şifa verenin görevi, hastalığı teşhis edip hastalığın mevcudiyetine mudehale etmek değil, her bir özel durumda hasta ile çevresi arasında uyumsuzluğu belirlemek ve böylece bunları düzeltebilmektir. Bu uyumsuzluklar her kültürde değişik şekilde tanımlanabilir. Buna kimisi mucize der, kimisi doğadan yada evrenden gelen bir şifa der. Ancak ne denirse densin odaklanılan hastalık değil, her zaman hastanın kendisi ve hastalığa neden olan etkenlerdir.



Entegre tıp ise hastalığa biyografik açıdan yaklaşır ve aynı zamanda da modern bilime ait devasal veri tabanını kullanır ve bu şekilde çok çeşitlilik gösteren kişiye özgü bu uyumsuzlukları tanımlama imkanı tanır.

Bu uyumsuzluklar daha çok beslenmeyle, çevreyle ve sosyal durumla alakalıdır. Kanserin genetik olduğunu batı tıbbı bas bas bağarsa da, genetik olan hastalıklar değil davranış biçimleridir. Örneğin kanser olan ikizlerden birini daha uygun bir ortamda büyütürseniz, diğerine göre yaşama şansının artacağını ve iyileşeceğini gözlemlersiniz. Dolayısıyla çocukların biyolojik ailesi değil, beraber büyüdüğü ailesi etken olandır. Entegre tıp sağlığınızı geliştirmek için 4 şeyi geliştirmenizi ister: kişisel ilişkiler, beslenme, çevre ve doğuştan gelen kendi kendinize şifa verme ve iyileştirme mekanizmanız.



Batı tıbbına göre sağlık demek ağrılardan, belirtilerden ve fiziksel yada zihinsel rahatsızlıklardan kurtulmak demektir. Doğu tıbbına göre ise sağlık beden, zihin ve ruh arasında tam  bir uyum sağlamaktır. Batı tıbbında sağlıksız olmak, bir neden ve belirtiden dolayı bedensel yapıda oluşan bir kusurdur. Doğu tıbbına göre ise bu vücudumuzda dolaşan doğal enerjinin (çi) dengesini kaybetmesidir. Batı tıbbına göre belirtiler hastalığın işaretidir ve hemen yok edilmesi gerekir. Doğu tıbbına göre ise belirtiler hastalığı iyileştirmek için vücudun gösterdiği çabadır. Batıya göre hastalığın nedeni vücuda dışardan etki eden hastalıklı bir şeydir. Doğuya göre Çi enerjisini uyumsuz hale getiren her hangi bir harekettir. Batı tıbbı sağlıklı yaşamayı empoze etmekten çok tedavi etmeye odaklanır. Doğuya göre kişinin görevi hastalığı önlemek için sağlıklı ve uyum içinde bir yaşam sürmektir. Batıda doktorlar araba tamircisi gibi çalışır. Gelen hastaya mekanik, bozulmuş, yolda kalmış bir araç gibi yaklaşır. Doğuda doktorun görevi hasta olduklarında onları iyileştirmek yerine onlara yol gösterip sağlıklı kalmaları için asistanlık etmektir. Batıda tedavinin amacı belirtileri ilaçla yok etmek yada ameliyat etmektir. Doğuda ise her şekilde yaşamsal değişiklileri dengeye sokmaktır.  Batı tıbbının yegane gücü yapısal travmalara ve kusurlara,  ve hayati tehlikeleri olan hasatlıklara karşı ilaç ve ameliyatlarla müdahele etmektir. Doğu tıbbının en güçlü özelliği ise kronik denen hastalıkları önlemeye ve anlamaya çalışmak, yaşam tarzını düzenlemek, beden ve zihin dengesini sağlamak ve korumaktır.



Lafı gelmişken "kronik" lafına değinmeden edemeyeceğim. Bu insan icadı bir terimdir. Batıda kronik hastalık demek, hastaya "sen hicbir zaman iyilesemeyeceksin ve ömür boyu verdiğim ilaçlara mahkumsun" demektir. Hastanın iyileşme gibi bir ümidi yoktur, hastalığını kabul eder ve onunla yaşar, onu hep içinde var eder. Bu yüzden hasta olan kişi yaşam standartlarını iyileştirme yoluna da gitmez. İlaçlara teslim olmuş durumda yaşamını sürdürür. Batı tıbbının ve tabiri caizse ilaç mafyasının da kurduğu düzen budur. Bir hastayı 1 ayda iyileştirmek, yada belli bir sürede tamemen iyileştirmek işlerine gelmez. Bunun yerine batı pazarlama taktiği olan "müşteri sadakati"ni yaratıp, onları ilaca bağımlı kılıp sürekli getirisi olan bir gelir kapısı yaratmak en mantıklısıdır.



Nasıl olsa ilaç alıyorum deyip kimse beslenmesine dikkat etmiyor, ruh sağlığın

ı korumuyor, egzersizini yapmıyor, yaşam kalitesini artırmıyor. Örneğin, nasıl olsa hap alıyorum diyen kalp hastası, yağlı yemekler yemeye ve sigara içmeye devam ediyor. Yada iğneye güvenen şeker hastası, baklavaları ve rakıyı götürmeye devam ediyor. Buna "bumerang" etkisi deniyor.



Yaşlı insanların çantalarından çıkardıklarına, yada evlerine gittiğimde mutfak masalarına bakar oldum. Hepsinde de her gün kullanacağı ilaçları düzenli korumaları için özel tasarlanmış bölmeli kartvizitlik gibi ufak kutucuklar var. Bir de bunu şirin tasarlamışlar sormayın. Bir ilacın vakti geçecek diye ödleri kopuyor. Sanki içmezlerse biri onları cezalandıracakmış gibi vaktini hiç kaçırmıyorlar. Yine çok sevdiğim bir abimiz var, şeker ve kalp hastası. Rakısını, pastırmasını, baklavasını sofrasından esirgemez. Ama bunları yemeden önce iğnesini olmayı ihmal etmez, o yüzden de herşeyi yiyebilir. İğne koruyucu güç kalkanı gibi birşey onun için.



Ancak acı olan bir şey var ki, ne kadar doğu tıbbı ve geleneksel Çin tıbbı batıda yaygınlaşmaya başladıysa, bir o kadar Çin'de de batı tıbbı yaygınlaşmaya başladı. Çünkü Amerikanın soğuk savaş ile teknolojiyi Rusyaya sokmasıyla, nasıl koskoca Rusya gençliği dejenere olmaya başladıysa, heryerde McDonaldslar hamburgerler kolalar yer almaya başladıysa, Çindeki açılımlarla da aynı şekilde Çin gençliği batıya özenti duymaya başladı. Kendi uyguladığı geleneksel Çin tıbbı diyet yapmayı, 100 gün belli hareketleri yapmayı gerektirirken, tembelliğe özenti olan Çinliler de bir hapla iyileşip istediğini yemeye devam etmeyi tercih eder oldular. Çinde eğitim aldığım ve bir süre evinde kaldığım ustam ilkokula giden çocuğunu gösterip bana şöyle dedi. "Onun iyi eğitim alması icin yabancı dille eğitim veren okula yazdırdım. Şimdi artık çocuğumu tanıyamıyorum. O artık bir Çinli değil".



Mesela safra kesesinde taş olan birkaç kisiye yardım ettim ve iyileştiler. Ama pek çoğu da bu yardımı reddetti. Çünkü 10 günlük bir diyet, akşamları uygulanması gereken takviyeler ve belli hareketler içeriyordu. 10 günlerini buna ayırmaya üşenip, yediklerinden fedakarlık edemedikleri için (belki de tipime bakanda yeteri kadar güven uyandıramadığım için) ameliyat masasına yattılar ve safra keselerini aldırdılar. Onlara kızamam, herkes seçimlerinde özgürdür. O yüzden şifayı sadece onu talep edene vermek gerekir. Israrcı da olmamak gerekiyor. Şifa verme yetisi size "Şindlerin Listesi" sorumluluğunu yüklemesin. Hayat denge üzerine kurulu unutmayın.



Başta insanların sebepsiz yere ameliyat masasına yatmalarına çok içerlemiştim. "Safra kesesi ameliyatı olana bademcik ameliyatı bedava", "bademcik ameliyatı olanın bir yakınını da aynı anda ameliyata bedava alıyoruz" gibi kampanyalar veren hastaneler birer ticarethaneye dönüşmüş durumda. "Nasıl olsa sigorta ödüyor, tasalancak bir şeyiniz yok" deyip insanları gereksiz yere ameliyat eden bir dolu yemin etmiş doktor ve hastane var. Ama bunu kabul eden insanlar dediğim gibi seçimlerinde özgür olan insanlar, hatta alternatifi sunulmasına ragmen. Bu yüzden kendimi bazen doğada belgesel çeken kameramanlar gibi hissetmeye başladım. Onlara da önceleri kızardım. Yok doğanın dengesini bozmamak için karışmıyorlarmış falan filan diye. Sonra baktım herkes aslında bi kameraman hayatta. Yardım edebildiğine edebiliyorsun ama seyirci kaldığın ve kabüllenmek durumunda kaldığın durumlar da oluyor.

08 Aralık 2011

Çigong'la iyileşen hastalıklar

Alerjiler

Artirit 

Beyinde pıhtılaşma

Sırt ağrıları
 

Bel ağrıları

Denge problemi

Kemik problemleri


Gözler

Ka
nser

Kronik yorgunluk

Soğuk algınlığı

Şeker

Depresyon

Baş ağrısı


İşitme zorluğu

Kalp hastalıkları

HIV

Yaralanmalar

Böbrek hastalıkları


Lupus

Migren

MS


Sinir hastalıkları

Östeoporos

Her türlü ağrı

Felç

Parkinson

Doğum sancıları

Prostate

Dolaşım bozukluğu

Vertigo




--------

Hayvanlara ve bitkilere de uygulanabilir

Tümör 3 dakikada yok oluyor!


NEW YORK TIMES En çok satan yazarı GREGG BRADEN bilimle sipirütüelliği birleştirmeyi amaç edinmiş bir misyoner.





Gregg Braden kanser olan bir kadının Çigong uygulayıcıları tarafından 3 dakika içinde duyguların diliyle nasıl iyileştirildiğini video yardımıyla bizlere aktarıyor.





Videoda mesanesinde 7 cm tümör olan ve kanser teşhisi konulan bir kadın var. Doktorlar yapılacak bir şey olmadığını söyleyerek kadını gönderiyorlar. Kadın umudunu yitirmeyip Çin'e gidiyor ve ilaçsız hastane denilen tedavi merkezinde Çigong uygulayıcılarını buluyor.


Bu 3 Çigong Uygulayıcısı kalplerinde en doğru hissleri hissetmek üzere yetiştirilmişler. Dolayısıyla kalplerinde öyle bir duygu ve his yaratıyorlar ki, kadının zaten ve çoktan iyileşmiş olduğu hissini yaşıyorlar. Ultrasona bağlanan kadının mesanesi 2ye bölünmüş ekrana yansıtılıyor. Ekranın yarısında tedaviden önceki statik hali, diğer yarısında da gerçek zamanlı hali izleniyor. Kadın narkozda değil, herşeyin farkında ve ayık durumda.




Uygulayıcılar kadının zaten iyileşmiş olduğu hissine yoğunlaşarak bir takım kelimeler kullanarak (bunların tercümesi sen zaten iyileştin gibi bir anlama geliyor) kadına enerji yolluyorlar. Bu kelimelerin sihirli bir yanı yok, sadece bu kelimelere hissettikleri yoğun duyguları yüklüyorlar, her hangi başka bir kelime de olabilirdi bunlar. Gerçek zamanlı ekranda yer alan Tümör gitgide küçülüyor ve sonunda yok oluyor.



Çayın Rengi

Çay Çin'de kullanılan en önemli ve en kıymetli tedavi aracı. Çi kontrolünde çalışan tüm uzmanlar-akapunktur, uzak doğu dövüş sanatları, kaligrafi, çigong, taichi vb- her gün düzenli çay içmeye özen gösteriyor. Tabi bunun nedenleri var.



Çay nedir?

Çay derken bitkisel çaydan bahsetmiyorum, gerçek çay. Siyah yada yeşil. Hepsi aynı çaydan gelme: camelia sinensis. Çayın rengi, kokusu, tadı ve kalitesi çayın nasıl ve nerde yetiştiğine, toprağın kalitesine, yaprakların yaşına ve fermentasyonun derecesine göre değişiyor. Yeşil çay, daha çok haritanın uzak doğu kısmında kullanılan çay, en doğal ve fremente edilmemiş haliyle kullanılan çaydır. Tam fermente edilmiş hali çayın rengini siyaha dönüştürür ve bu şekliyle çay daha çok biz de dahi olmak üzere Earl Grey gibi markalar olarak Avrupa ve Amerika'da tercih edilir. Bir de Çin'in Oolong ağaçlarından elde edilen yarı fremente edilmiş çaylar vardır. Bunlar yeşil ile siyah arasında kalır. Aroma ve lezzet açısından daha fazla seçenek sunar. Çayın lezzetini değiştiren diğer faktörler ise pişirilme, demlenme, kavrulma, tütsülenme, preslenme, katlanma ve sarılma şekline göre değişir.



Kutsal ilaç çay

Çayın tatlımsı ve acımsı tadından dalak, mide, kalp ve ince bağırsaklar faydalanır. Yaprakların doğal yeşil rengi karaciğerle bağlantılıdır. Karaciğer bu sayede Çi'nin ahenk içerisinde vücutta dolaşmasını sağlar. Bu da Çigong uygulayıcıları için bulunmaz fırsattır. Yeşil çaylar daha çok serinletici, siyah çaylar ise ısıtıcı özelliğe sahiptir. Bu yüzden biri kışın diğeri yazın daha çok tercih edilir. Çay sıvı üretip susuzluğu durdurur, kalbi temizler, toksinleri atar, işemeyi kolaylaştırır, sindirime yardımcı olur, harareti keser ve ruhu yüceltir. En iyi çaylardan biri yağmur öncesi toplanan çaylardır. Bu çayların daha taze Çi içerdiğine ve vücudumuzdaki Çi'yi kuvvetlendirdiğine ve gözleri daha sağlıklı ve canlı yaptığına inanırlar.



Çin'de en çok içtiğim ve en popüler olan Pu Er çayı, daha önce bahsettiğim Oolong ağaçlarından yarı fermente edilerek hazırlanıyor ve Yunan bölgesinde yetişiyor. Tibet'te de çok içilen bir çay. Yumuşak, yosunumsu, tütünümsü, olgun bir tadı var. Tadları yazıyla anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. Pu Er'in pek çok türü var. Çay dükkanlarına gittiğinizde doğrudan Pu Er diye bir marka bulamayabilirsiniz. Onun yerine Tuo Cha gibi Pu Er'den elde edilen markalara rastlayabilirsiniz. Pu Er zayıflama için de çok öenmli, çünkü sindirime çok katkısı var ve yağların yakılmasında önemli bir etken. Kolestrolü düşürdüğü de bilisel olarak ispatlanmış.



Çayın her türü damarlar için faydalı sayılır. Damarların  duvarlarındaki  kolsetrolü azaltır, pıhtılaşmayı önler, kanı inceltir ve kan dolaşımını düzenler. Japonlar yeşil çayda bulunan katetin maddesinin pıhtılaşmayı aspirin kadar etkili bir şekilde önlediğini gözlemlemişler. Yine 805 yaşlı arasında yapılan araştırmada düzenli çay tüketenlerin yarı yarıya kalp rahatsızlığından kurtuldukları görülmüş.



Çayın aynı zamanada kanser önleyici etkileri de göz ardı edilemez. Yapılan araştırmalarda düzenli yeşil çay içenlerin sigara içmelerine rağmen diğer içmeyenlere göre yemek borusu kanserine yakalanma risklerinde inanılmaz düşüşler yaşanmış. Yine düzenli yeşil çay tüketiminin yüzde 80in üzerinde mide kanserini, deri ve akciğer kanserini önlediği görülmüş. Japonya'da yapılan bir araştırmada sigara içtikleri halde düzenli yeşil çay tüketenlerin diğerlerine göre akciğer kanserine yakalanma riski yüzde 45 düşüş yaşamış. Yeşil çayın yetiştiği bölgelerde kanserlerin yine daha az olduğu da başka bir gözlem. Katetin, çayın içinde yer alan çok önemli bir madde. Malesef fermentasyon ve kavrulma esnasında bütün faydalı katetin yok olup gidiyor. Bu yüzden bu önemli madde sadece yeşil çayda mevcut. Katetinin sağlıklı insanlarda da düzenli içildiğinde kanser önleyici etkisi saptanmış.



Çay aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bir başka özelliği de anti-bakteriyel olması. Çiğnenerek yada toz haliyle yaraların yada sinek yada arı ısırıklarının üzerine konulmasıyla iyileşme sağlanabiliyor. Yine düzenli çay içenlerin daha az ağız ve diş problemi oluyor.



Çayın antioksidan özelliği daha uzun ve sağlıklı yaşam için çok önemli. Bu özellik bizi taze ve genç tutar, zira serbest radikallerin vücutta barınmasını engeller ve vücudumuz oksijen bakımından daha zengin olur.



Çayın içilen miktarı az dahi olsa besin değeri çok yüksek. Yaprak olarak kullanılan çay toz olarak kullanılana göre daha besleyici. Yapraktaki protein değeri daha fazla. Yeşil çay C vitamini açısından çok zengin. Fermentasyon esnasında siyah çay bu özelliğini kaybediyor.



Kafein

Kahvedeki kafein sinirlerimizi artırır. Bazıları buna patlama yaşanması diyebilir. Savaşa hazırlanan askerlere bol bol kahve içirildiğini yada besinlerine kafein katıldığını biliyor musunuz? Her an saldırgan ve savaşa hazır olsunlar diye. Uzak doğuda ise tam tersini yaparlar. Askerler yeşil çay içer. Daha meditatif ve sakindirler ve farkındalıkları daha fazladır. Harekete itilmek yerine hareketin üstesinden gelirler. Siyah çayda da kafein bulunur. Bir fincan kahvede 100 miligram, bir fincan siyah çayda 50 miligram, bir fincan yeşil çayda ise 22 miligram kafein bulunur. Hatta bazı yeşil çay türlerinde yok denecek kadar azdır.



Yeşil çayın bir özelliği de yaprakların aynı gün içinde üzerine sıcak su koyarak 3 kez demlenebilmesi. Ancak çayın faydalarına rağmen günü geçmiş çaylardan uzak durmak gerek. Aynı çayı ertesi gün demleyerek içmek faydadan çok zarar  getirir. Çayın iyileştirici etkiye sahip olması için taze olması gerekir. Kafeinli içecekler ilaçlarla birlikte alındığında sağlıklı sonuçlar vermeyebilir. Örneğin doğum kontrol hapları, ülser ilaçları, valium gibi ilaçlar, antidepresanlar... Hamile kadınlar, kalplerinde ritim bozukluğu olanlar ve uyku rahatsızlıkları olanlar kafeinden ve siyah çaydan uzak durmalıdırlar.



Kısaca nasıl çay yaparız



İyi çay yapmanın 3 yolu var: iyi çay, iyi su, uygun teknik.

Tozdan çok yaprak çay tercih edilmelidir. Yine çaydan bahsederken çay ile bitkisel çay arasındaki farkı unutmamak gerek. Bitkisel çaylar kurutularak elde edilir. Yeşil çay taze toplanmış yapraklardan yapılır.



Çay için en iyi su dağlardan gelen pınar yada nehir suyudur. Damacana sulardan hayır beklemeyin. Arıtma cihazınız varsa arıtılmış su kullanın. Çeşme suyunu ise soğuk tarafını 30 saniye akıttıktan sonra kullanabilirsiniz.



Çayınızı plastik yada aliminyum su ısıtıcılarda ısıtmayın. Her zaman paslanmaz çelik yada ateşe dayanıklı cam kullanın. Çinliler bizim gibi suyu tam olarak kaynatmıyor. Kaynak suyun besinleri öldürdüğüne inanıyor. En sağlıklı su sıcaklığını 70-75 derece olarak gösteriyorlar. Isınır ısınmaz suyu ateşten alıp yaprakların üzerine döküyorsunuz. Fazla kaynayan suyun yandığına ve Çi'nin yok olduğuna inanılır.



Tekniğe gelince. Seramak ve kapaklı bir kap kullanın. Dibine bir çay kaşığı yaprak koyun. Üzerine sıcak suyu ekleyip kabı doldurun. Yapraklar suyun üzerine çıkacaktır. 

Yapraklar tekrar dibe çökünceye ve ardında hoş bir aroma kokusu bırakıncaya kadar bekleyin. Çayınız hazır! Çayınız bitince tekrar sıcak su ekleyebilirsiniz. İyi ve taze bir çayın üzerine tadını kaybetmeden 3 kez su ekleyip demleyebilirsiniz.



Batı usulü çaydanlık kullanıyorsanız, önce çaydanlığı sıcak su ile ısıtın. Her bir fincan su için bi çay kaşığı yaprak ekleyin. Sıcak suyu dökün ve 3-5 dakika demlemeye bırakın.



Gong-Fu çayı

İhtiyanız olan en önemli şey portakal büyüklüğünden daha büyük olmayan bir seramik çaydanlık. Bunun içine 1-2 bardak su alması yeterli. Seramik yapı, çayın tadını, sıcaklığını ve içindeki Çi'yi daha iyi koruyor.



Fincanları sıcak su ile çalkalayın, çaydanlığın üzerinden aşağı sıcak su dökerek temizleyin. Çaydanlığı yarıya kadar yaprakla doldurun. Çayı koymak için her zaman tercihen tahta kaşık kullanın, ellerinizi asla kullanmayın. Ellerinizden geçecek bedensel yağlar çayın tadını ve aromasını bozar. Çay yapraklarının sıcak suyu yiyince kabaracağını düşünüp zamanla en iyi miktarı göz kararı verceksiniz. Şimdi sıcak suyu içine dökün ve yaklaşık 10 saniye bekleyip bu suyu dışarı dökün. Evet yanlış duymadınız. Bu hem çayı temizlemek hem de istenmeyen bazı tadlardan arındırmak içindir. Bazı çayların tadları ağır, yosunsu veya hoş olmayan kokular içerebilir. Tekrar sıcak su ekleyin. Kapağı kapatın.  Çaydanlığı tepsiye alın. Çaydanlığın tepesinden biraz daha sıcak su gezdirerek dükün. Tepside biriken sıcak su çaydanlığı da sıcak tutacaktır. 1-2 dakika çayınızı demlemeye bırakın. Asla karıştırmayın. Onun yerine elinize alıp çaydanlığa hafif dairer çizdirin. Artık servis yapabilirsiniz.



Kalan çay sürahinin içine dökülür. Misafirleriniz çaylarını yudumlarken çaydanlığa yine sıcak su ekleyin. Yine 1-2 dakika demleyin. İsteyene yine servis yapın.



Çinlilerin çay demleme ve içme sanatı Japonların seromonisel karmaşık çay sanatlarına göre daha sadedir. Bruce Lee'nin hocasının hayatını ve Çin'in Japonya tarafından işgalini anlatan IP Man adından bir film seyretmiştim. Orada IP Man bir Japon generaliyle ringe çıkmadan önce general tarafından çay seromonisine davet ediliyor. General çayın nasıl yapılması gerektiğinden tutun da nasıl servis yapılmasına ve nasıl içilmesine kadar bir dolu detay veriyor. IP Man ise, "iyi de çayın kendisi  bunların hiçbirinden haberdar değil. Biz çayı sadece içeriz" diyor. Ve ekliyor: "Çayı koyduğun kap kırıldığında o kap artık kap değildir ama içindeki çay her zaman çaydır".



Hepinize afiyet olsun.

Çigong ve Beslenme (Çigong Diyeti)

Diyet bizim insanımız tarafından kibrit kutusu büyüklüğünde peynir, 2 adet zeytin, 3 parmak ekmek yemeye mahkum ollmak gibi eziyetler silsilesi ve bir diğer adı da rejim olarak algılanan bir kavram olarak bilinse de, aslında “beslenme şekli” demektir.



Solunum ve sindirim Çi’nin vücuttaki varlığı için önemli rol oynar. Bu yüzden hava ve besin Çigong için hayati önem taşır. Kısa nefesler vücudumuza daha az oksijen girmesine ve hücrelerin daha az enerjiyle dolmasına neden olur. Hele bir de hava kirli ise vücudumuz toksinlerle dolar ve yine yeteri kadar Çi’den nasibimizi alamayız. Doğru nefes tekniklerini inşallah özel olarak ileride işleyeceğiz
 Çikong meditasyonu ve egzersizleri ile sindirim, özümseme ve dışarı atma işlemleri daha kolay yapılır. İçine ne koyacağınızı bilemiyorsanız sağlıklı bir sindirim sisteminden bahsedemeyiz. Çinliler arabaya koyduğumuz benzine “Qi Oil” der. Kaldı ki, besin benzinden, vücut ise makineden çok daha üstün sistemlerdir. Besin sadece vücuda giren bir yakıt değil, aynı zamanda onu yaratan ve iyileştiren enerjidir. Besin Çi’nin kaynağıdır ve tüm hücreler bununla beslenir.



Mide ve dalak ayrılmaz bir ikilidir. Yin Yang dengesini kurarlar. Toprak elementine bağlıdırlar. Toprak 5 elementin ortasında yer alır. Metal (ciğerler) batısında, Su (böbrekler) kuzeyinde, Ağaç (karaciğer) doğusunda ve Ateş (kalp) güneyinde yer alır. Toprak, ana element olarak bütün vücuda enerji sağlar. Besinin kalitesi ve miktarı, birbiriyle aynı anda tüketilme unsuru, pişirilme şekli, yenme zamanları gibi faktörler besinlerin Çi’ye olan etkilerinde önemli birer rol oynar.
Yanlış beslenme yüzünden obeziteden kansere dek pek çok hastalık türemiştir. Doğru beslenme ise bunu tedavi edecek tek yöntemdir.
Doğu-Batı Yaklaşımı
Batı, insan vucuduna mekanik bir araç gibi yaklaşır. Besinler vücudu beslemekten ibaret ham maddelerdir. Vitaminler ve mineraller tamamlayıcı öğelerdir. Doğu tıbbı ise denge üzerine kuruludur. Lezzet, ısı ve besinlerdeki Çi vücudun sağlığında önemli rol oynar. “Vücut neye ihtiyacını olduğunu bilir”. Evet vücut bilebilir ama zihin? Marketlerimiz göz boyayan ama bir o kadar da zararlı ürünlerle dolu. Peki ama nasıl besleneceğiz?



Taze, mevsimsel, yöresel ve doğal gıda tüketin
Başlığı açmaya çok da gerek yok sanırım. Besinleri taze tüketin, rafine edilmemiş ve işlenmemiş olsun. Köy yerinde tarladan yada bahçeden yenen domates ile market domatesi arasındaki farkı pek çoğumuz test etmiştir. Geleneksel Çigong Diyeti sanıldığı gibi vejeteryan değildir. Yine de besinlerin %80’ini vejeteryan ürünler (tahıl, meyve, sebze) ve  %20’sini hayvansal gıdalar teşkil eder. Bulunduğunuz bölgeye ait yöresel ve mevsimsel  besinler tüketin. Dondurulmuş, mevsimi olmayan ve ithal besinleri tüketmekten kaçının. Doğa sorun olan yerde inanın çözümünü de beraber sunar. Günümüzdeki sorun ise, artık hastalıklar da yöresel değil. Bavulumuzdan bile kıtalararası hastalık taşıyabiliyoruz. Yüksek enerjili besinler enerjisi yüksek tepelerde, temiz havada ve sakin düzlüklerde yetişir. Topraktaki Çi yüksek ise, orada yetişen besinlerin de iyileştirme gücü o kadar yüksek olur.



Katkı maddeleri olan işlenmiş gıdalar yerine organik, katkısız, koruma maddeleri , kimyasallar veya anitibiyotik içermeyen, antibiyotikle beslenen kümes hayvanlarından elde edilmemiş, sentetik olmayan, mevsiminde kurallarına göre avlanmış, çiftlik yerine deniz ürünü olan besinleri tercih edin. Doğasında beslenemeyen, kendi otunu kendi bulup geviş getirerek yiyemeyen, onun yerine önüne hazır konmuş antibiyotik ve hormonlu yem ile biran önce kilo alması ve şişmanlaması hedeflenen hayvanların eti hem sağlıksız, hem de lezzetsiz olur. Doğasında beslenen hayvanların kümes hayvanlarına oranla protein oranı yağ oranına göre çok daha fazladır ve daha sağlıklıdır. Elbette daha da lezzetli. Çinlilere göre bütün hayvanlar, başta tavuklar olmak üzere, ayakları vasıtasıyla topraktan enerjiyi emerler. Hapsedilen kümes hayvanları ise Çi’den yoksun olur ve stres hormonları ile yüklüdürler. Bu hormonlar onları yiyen insanların da pskilojisini etkiler. Çinliler yine şöyle der: “ne yiyorsan, osundur”.
Yemeğin ısısı



Çigongun en başta gelen prensiplerinden biri dengedir. Yemeği ılık yiyin, kendinizi serin tutun. Sıcak soğuk dengesini, yani Yin Yang’ı koruyun. Yemeklerin ısıtıcı (Yin) ve serinletici (Yang) etkisi vücuttaki Çi’nin varlığı için çok önemlidir. Örneğin midyeyi serin yemek gerekir çünkü ateş düşürücü etkisi vardır. Kuzu eti ılık yenir, çünkü anemi ve güçsüzlüğe iyi gelir. Sebze ve meyveler genellikle serinleticidir (elma, marul, salatalık vb). En soğuk olan hiç güneş görmeyen yerde yetişenlerdir (mantar gibi). Diğer soğuk olanlara ise karpuz, deniz yosunu gibi besinleri örnek verebiliriz. Soğuğa dayanıklı olmayan, sıcaksever insanlar bu kategorideki besinlerden uzak durmalıdırlar.
Tahılların pek çoğu doğaldır. Yin Yang dengesini kurmaya yararlar. Enerjisi bol sıcak besinler yediğinizde aynı zamanda tahıl da tükettiyorsanız ısı bir şekilde dengelenir ve zarar görme oranınız azalır. Bu yüzden tüm diyetlerde tahıl tavsiye edilir.



Beyaz pirinç neredeyse tamamen doğaldır, ne ılıktır ne de serin. Pek çok makarna enerji olarak pirinci yakalasa da içine katılan soslar, acılar vb ile ılık kesime kayar. Kahverengi pirinç, karabuğday ve darı doğalla ılık arasında kalır. En iyisi bunları soğuk iklimlerde tüketmektir.
Yüksek hareket kabliyetleri nedenyile vahşi hayvanların neredeyse %100’ü Yang’dır. Evcil hayvanlara göre daha fazla protein ve C vitamini içerir.

Acı baharatlar ve tarçın sıcak sınıfına girer. Ateşli ve kanamalı hastaların bunları tüketmemesi yerinde olur. Soğukta rahat edemeyen ve sürekli üşüyen insanlara “soğuk bünyeli” insanlar derler. Bunların ılık besin tercih etmeleri gerekir. Sıcağa tahammülü olmayan insanlara da “sıcak bünyeli” derler ve onların da serin besin yemeleri gerekir.



Pişirme şekli
Buharda pişir, fırınla, güvecini yap! Çigong diyeti pişmiş besini çiğ olana tercih eder. Ve ılık yada sıcak servis yapılmasını tavsiye eder. Besinler rahat öğütülmesi açısından güzel pişmeli ve bolca çiğnenmeli. Çiğneme esnasında besinler ağız içinde ısıtılmış olurlar, küçük parçalara ayrılırlar ve tükürük bezleriyle yararlı olan vitamin ve mineraller daha çabuk kana karışırlar ve bu da sinidirime yardımcı olmuş olur. Yemeklerinizi daha yavaş ve daha farkında olarak yemelisiniz. Tavada yapılan kızarmış yemeklerden kaçınmak gerekir. Bu yemekler çok yağ ve kolestrol içerir. Kızartmalar neden zararlı? Örneğin 100gr fırında pişmiş patates 1/10 gr yağ içerirken, 100 gr kızarmış patates 40 gr yağ içerir. Kızartma yöntemi besindeki yağ içeriğini artırır. Genetik olarak bedenimiz kızartılmış ürünleri öğütmeye musait değildir. Bunun bedelini genellikle kalp ve şeker hastalıkları olarak ödüyoruz.



Sebzeleri pişirmenin en iyi yolu buharda pişirmektir. Besini yumuşatır ve kolaylıkla parçalarına ayırır. Bunu yaparken de dokusunu, tadını, içeriğini ve en önemlisi Çi’sini bozmaz. Özellikle de deniz ürünleri buharda çok lezzetli olur. (isteyene tarif verebilirim)
Fırınlama usulü genelde yapacağımız yemeğin miktarı çok ise kullanılır. Sağlıklı bir yöntemdir. En çok tavsiye edilen Çigong yöntemi güveçtir. Seramik güveç besini hem korur hem de içinde gerekli Çi’yi oluşturur. Topraktan yapılma kaplar genellikle tavuk ve kuzu gibi etler için daha uygundur.



Çeşniler
Lezzetli besin sağlıklıdır. Yemek lezzetli olursa iyileşme esnasında hasta insan tedaviye daha kolay yanıt verebilir ve besinden gelecek olan şifayı şevkle kabul eder. Soğuk ve ılık unsurları gibi, yemeklerdeki  çeşniler de organlarımızı ayrı ayrı uyarır. Soframızda genelde 4 çeşit çeşni bulunur: tatlı, tuzlu, acı, ekşi. Herbirinin belli bir organa etkisi vardır. Bazı besinler birden fazla çeşni içerir. Örneğin elma hem tatlı hem ekşidir. Hepinizin aşina olduğu Çin yemekleri de böyle ortaya çıkar: acılı ekşili çorba, ekşili tatlı ördek gibi...



Tatlı: Dalak ve mideye hitap eder. Çok azı da,çok fazlası da zarar verir. Fazlası su ile alakalı organlara zarar verir, yani mesane ve böbrekler.  Buna istinaden genellikle saç dökülmeleri ve kemiklerde ağrı görülür. Mesane ve böbrek sorunları olanların doğal olarak az tatlı yemeleri gerekir. Tatlılara ek olarak kullandığımız şeker ise uzak durulması gereken bir şeydir. Rafine edilen sofra şekeri içine beyazlatmak amaçlı konan kalsiyum klorid ile adeta bir zehir haline dönüşür. Şeker doğal haliyle değil de sakaroz olarak kimyasal şekilde vücudumuza girer. Vücut bunu sindirebilmek için bu sefer kendi öz kaynaklarını kullanmak zorunda kalır ve kalsiyum, demir ve diğer elementlerden fedakarlık yapar.
Çinliler süt için “süt bebekler ve yavru hayvanların emmesi içindir” der. Burdaki sütten kastı da elbette anne sütüdür. Süt hayvansal yağ içerdiği için kolestrolü artırır, bu da kalp ve damar hastalıklarına davetiye çıkarır. Kaymağı alınan süt vücuttaki kalsiyum ve fosfor dengesini bozar. Bu kemik erimesine kadar gider. Dolaşım sistemini koruyalım derken bu sefer iskelet sistemini tahrip etmeye başlarız. İlle de süt içmek isteyen, ev yapımı ve tercihen keçi sütü ve bu sütten yapılma yoğurt ve peynirleri tercih etmelidir. Anne sütüne en yakın süt keçi sütüdür. İnek sütü ve pastörize edilmiş süt içmeye devam ederseniz başta bağırsak sorunları olmak üzere şişkinlik, kabızlık, kemik sorunlarıyla karşılabilirsiniz.



Tatlı besinlere örnek elma, muz, arpa, sığır ve tavuk eti, bal, süt, şeker , tofu verilebilir.
Tuzlu: Suyla alakalı organlara hitap eder, yani böbrek ve mesane. Tuzlu besinler kist ve lenf bezi gibi nodülleri yumuşatarak atmaya yarar. Çoğu insan için masa tuzu zararlıdır, bunun yerine deniz tuzu yada Himalaya tuzu kullanmakta fayda vardır. Aşırı tuz kalbe ve ince bağırsağa zarar verebilir, çünkü kanın pıhtılaşma oranını artırır.



Ekşi: Limon gibi besinler tahta elementiyle ilintilidir ve karaciğer ve safra kesesine hitap eder. Ekşiler kolaylıkla emilebilir. Sıvıların hareketini yavaşlatma özelliği ile ishal ve aşırı terleme gibi rahatsızlıklara iyi gelirler. Fazlası mide için iyi değildir. Ekşilere örnek, limon, elma, üzüm, domates verilebilir.
Acı: Ateşle alakalı olup kalbe ve ince bağırsağa hitap eder. Acı ateşi kontrol altında tutar, dolayısıyla ateşli hastalıklara iyi gelir. Kahvenin içinde de acı vardır ve kafeinin zararlı derecedeki etkilerine sahiptir. Kanki kolestrolü artırır ve sinir sistemini normalin üzerinde uyarır. Acılı yemekler kalp için faydalıdır ve sindirime iyi gelir. Ateş metali eritir, o yüzden fazla acı ciğerleri ve kalın bağırsağı zararlı yönde etkiler. Örnek besinler sirke, kahve, turunçgiller verilebilir.



Kalori
Kaloriyi azalt, besin değerini yükselt! Kaloriyi azaltırken genellikle besin değerinden de ödün verilir. Vermeyin. Yalnız yaşlılar ve hastalar değil tüm yetişkinlerin kalori değerlerini denge altında tutmaları gerekir. Kaloriyi azaltmak besinlerdeki vitamin, mineral, yağ, protein ve karbonhidratların atılması demek değildir. Çoğu insan kalsiyum ve magnezyum eksikliğinden müzdariptir. Yemeğinizin kalitesinden değil sadece miktarından ödün verin.



Karbonhidrat
Çikong diyetinde temel olarak 5 tahıla dikkat çekilir: pirinç, darı, buğday, yulaf, fasulye. Daoist inanışa göre 3 dantien bölgemiz (3.göz, kalp ve abdomen) 3 adet kurt tarafından istila edilir. Bu kurtlar kötü beslenme, kötü davranış ve 5 tahıldan kaynaklanan kötü Çi üzerinde yaşarlar. Yine bu inanışa göre bu 5 tahıl hayatı kesen makas gibidir. 5 iç organı çürütür ve hayatı kısaltır. Lakin karbonhidratlardan uzak duralım derken (başta pirinç ve spagetti olmak üzere) pirinçle beslenen Çin’in kendisi olmak üzere İtalyanları ve Fransızları da üzmemek gerekirJ.



Karbonhidrat yediğimizde şeker ve glikoz parçalarına ayrılır. Enerji için glikoz gerekli bir maddedir. Glikoz solunumla gelen oksijen ile birleştiğinde karbondioksit üretir, su ve ısı açığa çıkar. Karbondioksit kanla ciğerlere taşınır ve nefesle dışarı atılır. Vücut glikozu kullanabilsin diye pankreas insülin salgılar. İnsülin hücrelerin bunu emmesini sağlar. İnsülin aynı zamanda glikozu glikojene çevirir. Bu da ciğerlerde ve kaslarda saklanır. Zamanı gelince kan şekeri olarak ortaya çıkar. Tüm bunlar dengede ve olması gereken değerlerde tutularak vücut sağlığı korunur.
Protein ve yağlara oranla karbonhidratı çok fazla tüketirsek, kandaki insülin seviyesi artar. İnsülin fazla salgılanınca kan şekeri düşer ve baş dönmesi yapar, yorgunluk hissederiz. Aynı şekilde vücutta fazla yağ stoklanır. En son olarak da, zaten yüksek olan insülin miktarı hücrelerin insüline karşı dirençli olmasına neden olur. Bu yüzden de daha fazla makarna, ekmek ve tatlı yeme ihtiyacı doğar. Bu da şeker hastalığına hoşgeldin der.



Vitamin ve mineraller
Günlük C ve E vitaminlerini düzenli alın. Sentetik olan vitaminlerden kaçının ve herşeyin fazlasının da zarar getireceğini unutmayın.



Çi’ye hareket veren besinler
Kimi besinler Çi’yi aşağı doğru, kimileri yukarı doğru hareket ettirir. Aşağı doğru hareket ettiren kök besinler mide bulantısına ve hıçkırığa iyi gelir. Yapraklı ve çiçekli besinler yukarı doğru yükseltir. Ateşi düşürmekte faydalıdır. Hayvanların organlarına ait besinler bizdeki aynı organlara hitap eder. Batı tıbbı 100-150 yıllık geçmişi ile halen besinlerin kimyasal bileşenleri hakkında kesin bir bilgiye sahip değildir. Çin ve doğu tıbbı binlerce yıla varan deneme yanılma yöntemleriyle ispatlanmış bilgilere sahiptir.



Örneğin, armut ve armut suyu ciğerleri temizler ve ateşli hastalıkları iyi eder. Limonun serinletici özelliği yanısıra kusmayı önleyici ve iştah açıcı özelliği vardır. Soya fasulyesi üzgün midenin dostudur, mideyi ve dalağı güçlendirir, toksinleri atmaya yardım eder. Soya sütü zehirlenmelere karşı kullanılır. Çam fıstığı kuru öksürüğü keser. Kereviz hemeroid gibi ağrıları dindirir. Bunun gibi pek çok örnek bizim ülkemizde de bitkilerle şifa kültürümüzde mavcuttur. 


Su, su, su...
Bol bol su için. Çigongun vazgeçilmez içecekleri su ve yeşil çaydır. Sıcak çay Çi’yi vucuda uyumlu hale getirir ve Çigong egzersizlerinden sonra içilmesi çok iyi gelir (başka bi sayıda sırf çaydan bahsedebilirim). Hasta ve halsiz düşene boşuna “dinlenin ve bol bol sıvı tüketin “ denmez. Su ateşi düşürür, zehri sulandırır ve dışarı atar, ruhu besler. Günde en az 8 bardak yada 2 litre su içmek gerekir.

Pek çok doğu tıbbı hekimi hastalıkların yeterince su içilmemesinden kaynaklandığına inanır. Peki su neden bu kadar önemli? Birincisi adı üstünde su. Kanı sulandırır. Besinleri çözer ve daha rahat sindirilmesini sağlar ve bu şekilde de hücrelere de daha hzılı şekilde ulaşır. Toksinlerin vücuttan atılmasına yardım eder. İkincisi yağlıdır. Sindirim, cinsellik ve hareket için gerekli yumuşaklığı sağlar. Üçüncüsü de vucut ısısını dengeler.



Su aynı zamanda ruhani bir güce sahiptir. Gezegendeki en eski iyileştirme aracıdır. Çigong egzersizlerinden en önemlilerinden biri de “dil masajı”dır. Bunun amacı yeterince tükürük üretip iç organlara gerekli ve şifalı Çi’yi göndermektir. Bu egzersiz esnasında dilin ucu damakla ön dişlerimizin iç kısmının birleştiği noktada tutulmasıyla başlar. Günlük yaşantısınızda artık dilinizin nerede duracağını öğrendiniz. Aklınıza geldikçe de dilinizi sağdan sola belli bi süre ve soldan sağa da belli bir süre dairesel şekilde damağınızda gezdirin. Tükürük üretmeye başladınız bile.  Ne kadar tükürük üretirsek o kadar sağlıklı olacağımıza inanılır.
Yemeklerde alınan su gaz, şişkinlik ve kabızlığa yol açabilir. Her türlü sıvı yemeklerden 15-20 dakika önce veya yarım saat-1saat sonra tüketilmelidir. Mide  besinlere göre asit salgılar. Besinle alınan sıvı midenin asit dengesini bozar.

Marketten aldığımız ve üzerinde %100 bilmemne suyu yazan şeylere kanmayın. Her türlü suyu en doğal haliyle için ve sıkıldıktan hemen sonra tüketin. Taze hazırlanmış sebze ve meyve suyu bedenden ölü hücreleri atar, tuzu çözer, karaciğer ve böbreklerdeki taşları çözer ve kansere karşı korur. Çinliler “yer gibi için” der. Yani sıvıları bir dikişte, kana kana içerek mideye göndermeyin. Yudum yudum ve ağzınızda bir süre bekleterek için. Tükürük bezleriyle sıvıdan alacağınız yararlı vitamin ve mineraller ulaşması gereken yerlere daha çabuk ulaşacaktır. Hızlı içilen sıvılar mideyi hem yorar hem de mayalanmaya yol açar.
Pancar, havuç, lahana, patates, salatalık, ıspanak, domates, üzüm, limon, sarımsak ve elma suyu içmek son derece faydalıdır. Hepsinin ayrı ayrı şifası vardır.
Kalınbağırsağımız intikam alır!
Sağlıklı olmaın yolu iyi çalışan bir kalınbağırsaktan geçiyor. İyi çalışmayan bağırsak kabızlığa neden olur. Kabızlık kanın kirlenmesine, hatta zehirlenmesine ve bunun da tüm vücuda yayılmasına neden olur. Kalınbağırsaktaki sorunları bütün iç organları tetikler. Bundan mide, pankreas, dalak, böbrekler, karaciğer ve safra kesesi  nasibini alır. Safra kesenizi ameliyatla almak isteyen doktorlar asıl sorunun bağırsaklarda olduğunu bilmezler yada bilmek istemezler, çünkü çok basit bir ameliyattır ve sigortanız karşılıyordur. Hatta yanında “bademcik ameliyatı bedava” promosyonu da olabilir. Nedenlerle değil belirtilerle uğraşan batı tıbbı bazen sizi zora koşabilir.



Kalınbağırsaktaki sorunlar neye yol açar
  • Karaciğerin yorulmasına, görevini yeterince yerine getirememesine, safra kesesine yüklenmesine, taşların, kumların ve poliplerin oluşmasına ve toksinlerin vücuttan atılamamasına

  • Kanın kirlenmesine ve vücudun zehirlenmesine

  • Böbreklerin bir sürü kum ve taşla dolarak devre dışı kalmasına

  • Eklemlerde birikintilere, kireçlenmeye ve her yerimizden ses gelmesine Alerji, kist, sşişmanlık belirtilerine

  •  Sinir sisteminin bozularak kansere dek yol alan hastalıklara neden olur



Bunlara maruz kalmamak için beslenmemize dikkat etmeli, düzenli olarak kalınbağırsak ve karaciğer temizliği yapmalı, antibiyotik gibi bağırsakta mayalanmaya yol açan ve karaciğeri yoran  ilaçlardan uzak durmalı, öfke, üzüntü, affedememe, pişmanlık, kin, nefret gibi duyguların üstesinden sevgiyle gelmeli, kendimizi, etrafımızdakileri ve doğayı koşulsuz sevmeli ve Çigong yapmaya devam etmeliyiz.
Çigong diyetini ben nasıl uyguladım?



Çin’e ayak basmak zaten başlıbaşına diyeti uygulamanız demek. Yurdum insanının nasıl beslendiğini bilirsiniz. Çindeyken alışık olmadığım yeme kültürüne ve yemeklere sövsem de, döndüğümde insanımızın nasıl yemek yediğini görünce hem üzüldüm, hem de utandım. Size klasik bir kahvaltı gözlemimi aktarayım. Masada yok yok. Zeytinin yeşili, siyahı. Peynirin beyazı, kaşarı, loru, dili. Domates, salatalık, marul üçlüsü. Sahanda yumurta. Sucuk, salam ve sosis. Gözleme. Bal, reçel, kaymak, tereyağ. Portakal yada nar suyu. Demlik çay yada habire getir denilen bardak bardak siyah çay. Soğuk su. Ceviz, kuru üzüm, kayısı gibi çerezler. Bir ben yokum! Lakin ben de varımJ. Bir de bunların açık büfe olanları var, onlara hiç girmiyorum. Şimdi masada oturanlardan birine bakalım. Sayıyorum. Ekmeği yumurtaya banıyor, ağzına atıyor. Çatalla sucuktan alıyor, ağzına atıyor. Peynirden bir parça alıyor, yetmiyor farklı bir peynirden de bir parça alıyor, ağzına atıyor. Zeytin ağza, domates ağza, salatalık ağza. Meyve suyundan bir yudum, çaydan bir yudum. Bunların hepsini tek bir kerede ve peşpeşe yapıyorlar. Allahım nasıl insanlarız? Sanki biri pedallı çöp kovasına basmış içine habire çöp boşaltıyor. Akşamları da farklı değil. Çorba, üzerine birkaç çeşit yemek, pilav, salata, cacık, hemen üzerine bekletmeden meyve, tatlı ve siyah çay. Zavallı mide, zavallı kalın bağırsak ve diğerleri...



Vücut bizden intikam almasın da napsın?
Kendi diyetimi anlatayım. Öncelikle besinleri birbiriyle karıştırmayı kestim. Yani çok sevdiğimiz kuru-pilav ikilisini birbirinden ayırdım. Her öğünde tek besin yemeye başladım. Unlu mamülleri, tuzu, şekeri hayatımdan çıkardım diyebilirim. Keçi sütünden yapılma süzme yoğurt ve peynir yiyiyorum. Et olarak kuzu eti ve keçi eti, balık olarak deniz mahsulü balıkları tercih ediyorum. Peynir kalınbağırsağın 1 numaralı düşmanı olduğu için keçi peyniri bile olsa peynir yememe çalışıyorum. Makarna, beyaz pirinç, beyaz ekmek, margarin hayatımdan çıktı. Kepekli ekmek, bulgur ve zeytinyağı  bunların yerini aldı. Meyveleri kabukları ile, hatta çekirdekleri ile yiyiyorum (şeftali gibi meyveler hariçJ). Siyah çayın yerini yeşil çay aldı. Kahve, kola, her türlü asidik ve sentetik market içeceği hayatımdan çıktı. Pastane tatlıları ve çikolata yemiyorum.  Sen de ot gibi yaşıyorsun diyenleri duyar gibiyim. Başta inanın ben de eziyet çektim, ama alışınca bu sefer aksi saçma gelmeye başlıyor. Meyve ve meyve sularından aldığım şeker yetiyor. Ayrıca tatlı yada çikolata istemiyorsunuz. Bu tarz bir beslenme şekli ve Çikong egzersizleri ile 80 kusur kilodan 65 kiloya indim ve aylardır da bu kilomu koruyorum. Kendimi daha çok seviyorum ve kuş gibi hissediyorum. Kural Dışı Yayınları’ndan Mihail Tombak’a ait eserleri okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Aklın yolu bir. Sağlıklı beslenme ve iyileşme konusunda çok güzel şeylere deyiniyor. Kütüphanenizde bulunmasında fayda var.



Unutmayın


-          Taze, mevsimsel, yöresel ve doğal beslenin


-          Hormonlu, antibiyotikli, sentetik, genetiğiyle oynanmış gıdalardan uzak durun


-          Buharda, fırında yada güveçte pişirin, kızartmalardan uzak durun


-          Kaloriyi azaltın, besin kalitesinden ödün vermeyin.


-          Vitamin ihtiyacınızı doğal olarak karşılayın


-          Bol su ve yeşil çay için


-          Besinleri tanıyın, hastalıklarına iy gelecek besinleri tüketin


-          Unutmayın Tanrı nimetleri, şeytan “aşçı”yı yaratmıştır

Çigong-Dinamik Kadın

Geleneksel Çin Tıbbı tarihinde Çigong genelde erkekler etrafında döner; bununla beraber Çigong'da özellikle şifacı olarak pek çok kadın yer almaktadır.



Daha önce bahsettiğim ve eğitim aldığım Şifa Merkezinin ilk büyük ustalarından biri kadındı. Enteresan bir de adı vardı: Cho Mama. Anlamı ise Cho ailesinin annesi. Kendisi benim ustamın kayınvalidesi ve aynı zamanda onu yetiştiren usta. Çok sevdiği öğrencisinin ilerde kızıyla evlenmesine izin vermiş.



Eski zamanda kadın Şaman ve Daoist ustalar dikkat çeken kehanetleri, iyileştirme güçleri ve ruhani özellikleri ile Çigong ustası olmaya hak kazanmışlar. Onlar enerjilerini daha yüksek ruhani amaçlar için kullanmak üzere "Kırmızı Ejderin hakkından gelmişler" (aylık periyodlarını durdurmayı başarmışlar).



Çigong'un asırlara dayalı iyileştirici gücü yaşını almaya başlayan günümüz kadınlarını yakından ilgilendiriyor, çünkü batı tıbbının yaşlandığımızda bize vadedebileceği pek fazla şey kalmıyor. Kadınlar erkeklere oranla biraz daha fazla doktora başvuruyor, üstelik şikayetlerinin çoğu iyileştirilebilir düzeyde olmuyor. PMS, menapoz, depresyon, tümör, bitkinlik gibi şikayetler genelde ilaç tedavisiyle iyileştirilmeye çalışılıyor, ancak bu şikayetler için kullanılan pek çok standart ilaç tehlikeli yan etkilere sahip (örneğin menapoz için Premarin). Çigong hiçbir yan etkisi olmaksızın, sık sık doktora gitme ihtiyacını ortadan kaldırarak bu hastalıklardan kurtulmamıza yardımcı oluyor.



40-49 Yaşları - Dinamik Dönem



Bu bir kadının hayatında ele geçirebileceği fırsat, bolluk ve keyif dolu zaman aralığıdır. Sağlıklıyken, genç bir kadının Çi enerjisi hayati önem taşır ve vücudu ise ailesine ve kariyerine odaklanabilmesi için uzayıp kısalan değişken bir yapıya sahiptir. Malesef kadınlar işleri, kocaları ve çocuklarıyla çok fazla ilgilenip kendilerine vakit ayırmayı unuttukları için kendi ihtiyaçları listede en alt sıralara düşer ve bu ihmal sonucu da sağlıkları risk altına girer.



Üreme dönemindeki kadının en aktif olduğu dönem 20li yaşları ile 40lı yaşların başı arasındaki dönemdir. Adet zamanı kayıp edilen kanın telafi edilmesi ve üreme organlarını yeteri kadar Çi ile sağlıklı tutmak bir zorunluluktur. Yukarıda bahsi geçen hastalıklar kolaylıkla Çigong uygulamaları ile Çi enerjisinin vücuttaki dolaşımını düzene sokarak, karaciğeri, dalağı ve kanı besleyerek iyileştirilebilir. Özellikle genç yaşlarımızda sağlıklı iken enerjiyi toplamaya başlamak çok önem taşır. Bu şekilde menapozdaki hormonal düşüşü yavaşlatır, canlılık kazanırız. Düzenli Çigong egzersizleri yapmak, genç kalıp  kendi kendinize yetebilmek için hayatınızın ritüeli haline gelmelidir.



Dinamik Kadın Çigong programı genç yaştaki kadınların sağlıklarını, canlılıklarını ve güçlerini toparlayıp korumak amaçlı uygulanmaktadır. Bu program uygulanarak meridyenler arasındaki Çi harekete geçirilir ve dengelenir, bacaklar ve üst vücut güçlendirilir, göğüs bölgesinde Çi harekete geçirilir. Daha iyi sonuçlar için, 20-30 dakikalık günlük Çigong uygulamaları ve takibeden meditasyon ile  tüm kadınlar hakettikleri sağlıklı yaşama kavuşabilir, güzelliklerini koruyabilirler.



50-65 Yaşları - Bilge Dönem



Bizim toplulumuzda yaşlanmak nerdeyse utanılacak bir hal almış durumda. Bunu kabullenmemek ve bu yaşın güzelliklerini doyasıya yaşamayı bilememek yaşlılığı daha zor bir hale getirebiliyor.

Yaşla beraber bilgelik geliyor. 50li yaşlarına gelen bir kadın kendine yetebilecek bilgelikte bir kadındır. Yaşlandıkça enerji biriktirmek ve kemikleri güçlendirmek zorlaşır. Bu yüzden ileriyi düşünerek aktif yaşamak, derin ve doğru nefes alıp vermeye özen göstermek ve vücut ihtiyaç duyduğunda dinlenip enerji toplamak sağlıklı bir yaşlılık geçirmek için çok önemlidir. Bilgelik döneminde pek çok kadın hayal kırıklığına uğrar çünkü gençliklerinde alışık oldukları bazı şeyleri yapamaz hale gelirler. Her ne kadar yaşı etkileyen genetik, stres, yaşam tarzı ve çevre gibi faktörler olsa da, günlük bazda vücutlarımızın bakımı bizim kontrolümüzde olan bir şeydir.



Orta yaşlarda sindirim yavaşlamaya başlar ve eklemlerimiz, tendonlarımız ve bağlarımız daha dikkatli davranmamızı gerektirir. Bilge Kadın Çigong uygulamaları öncelikle böbreklere odaklanarak güçlendirmeyi hedefler. Bu sayede kemikler güçlenir, esneklik kazanır ve zihnimiz açılır. Menapozda tükenen Yin (besleyici sıvı) tekrar üretilir. Böbrekler hayatımız boyunca yaşlanma sürecini etkiler. Onları sağlıklı ve dengede tutmak uzun ve sağlıklı yaşam için büyük önem taşır.



65 yaş üzeri - Dirayetli Dönem



Çin'de gezerken sabah erken saatlerde ve akşam güneş batarken 60 yaş üzeri çoğunluğu kadın olan yaşlı insanların parklarda dans ettiklerine, Çigong ve Taiçi yaptıklarına şahit oldum. Aldığım eğitimleri ben de parkın birinde pratik yapayım dedim. Yaşlı bir kadın yakınıma gelip bacağını omzuna kadar kaldırıp esnemeye başladı. Kendimi nasıl hissettiğimi anlatamam.

Çinde kadınlar yaşlandıklarında hayatlarına kaldıkları yerden çok rahat devam edebiliyorlar. Kadınlar uzun ve sağlıklı yaşam için beslenmelerine çok dikkat ediyorlar. Sebze ağırlıklı beslenme ve şekerli besinleri az tüketme beslenmenin ana unsuru. Fiziksel olarak refahta olmalarını, kültürel farkındalık yaratarak vücut-zihin disiplinini iyi kurmaya  borçlular.



Dirayetli Kadın Çigong uygulamaları diğer uygulamalara ek olarak daha çok kalbi güçlendirmeye ve tansiyonu dengelemeye yöneliktir.



Eğitim aldığım büyük-usta Cho Mama 65 yaşının üzerindeydi. Bacaklarını açıp oturabiliyordu. Bizi gezdirirken nefes nefese arkasından baka kaldığımı hatırlıyorum. Gülümseyerek "hadi ama" dercesine bizimle dalga geçiyordu. Yaşını da en az 10-15 yaş genç gösteriyordu. Zamanında ne ayrobik, ne yoga ne de pilates yapmış. Çigong sadece onu hayat boyu uygularsanız başarılı olacağınız bir şey değil neyseki. Yatalak olup yattığı yerden Çigong uygulamaları ile ayağa kalkmayı başaran ve normal Çigong uygulamalarına başlayan birkaç tatlı yaşlı insan ile tanışma fırsatı buldum.



Vücudunuzu dinleyin, inanın o sizinle konuşuyor. Hayatınızdan yürüyüşü eksik etmeyin. Buna günlük Çigong egzersizlerini ekleyin. Zihninizi de bedeninizi de rahat tutun. Daha uzun ve üretken bir hayatınız olacak.



Çigong yapmanın yaşı yoktur!